Kayıtlar

FARKIN FARKINDA OLMAYA DAİR

  İzler bırakıyoruz geleceğe. Narin adımlarla taşınmıyoruz şimdinin siretine. Kendimizi köprü etmediğimiz çok az şey var elimizde. Çoğu zaman bizden habersiz inşa oluyor tüm bu bağlantılar.      İnsan, insandan gidemeyendir, diyorum karşımdaki surete.  'Hayır!, yanılıyorsun' diye itiraz ediliyor hep bir ağızdan, 'bizler çoğu zaman insanı saf dışı bırakan bir zaman diliminde sıkışıp kalıyoruz.' deniliyor. O vakit anlıyorum; arayışlarımızın dünya hakikatlerine sırt çevirdiği noktada dengeyi kaybetmenin eşiğinde kalakalıyoruz.         Bizi kendimize düşman, topluma dost kılan bu dayatma düzenin içinde varlığımızı tamamlayamıyoruz. İsmimizin defterden silindiğini ise çok geç fark ediyoruz.

SİLİK ÇİZGİ

   Kımıltısız bir susuşun ardına sığınmıştı yine. İnsan, insanın karanlığıdır, dedi, geceyi parlatan ay'a bakarak. Aslında insan, insanı, en çok anlaması gereken yerde, çaresiz bırakıyordu. Bir kötülük etmeden de bazen birine zarar verilebiliyordu.       Varlıkla yokluğun arasındaki o muğlak çizginin belirginleşmesi için vereceğimiz kararları dönüşümsüz bir surette demirlemeliydi. Gemiyi limana sağlam bağlayan çapa değildi sadece, sağlamlık; demirin neye tutunduğuna da bağlıydı. Bizler aslolanı gözden kaçırdığımızda esasen ipin ucunu da kaçırmış oluyorduk. Kaçırdığımız şey kaderimiz miydi hayallerimiz mi bunu gökyüzüne sormalıydık.Susmak gerektiği yerde susmalı, konuşmayı beyhude bir çabaya kurban etmemeliydik.

HIŞIRTIYI ÇIKARAN KİM?

        Sağanak endişeler birikiyor yine omzumda. Kaygıyı teslimiyete, sabrı duaya dönüştüremiyorum her zaman. Önümdeki yüksek dağlar gözümde büyümezken ayağımın dibindeki o belli belirsiz tümseklere batıp kalacakmışım gibi geliyor. Halbuki biri diğerinden daha aşılmaz değil, bu hayatta hiçbir yol diğerinden daha ulaşılabilir değil.          Zihnim kelamsız düşüncelere yuva olurken, bir hışırtı sesi işitsem kıyamet kopuverecek sanıyorum. Aslında biliyorum ki; herkes, kendi kıyametini de mucizesini de içinde taşıyor. Kendime bir teselli bulmazdan önce ruhuma kalkan edebileceğim bir sukunet yaratmam gerektiğini anlıyorum.

BİLİNDİK BİR ÇAĞRI

                 Sarhoşça bir dengede duruyorum bugünlerde. İhtimal ve imkanların devinip durduğu bir tahterevallinin üzerindeyim. Ağırlık hangi tarafa baskın habersizim. Kendine yol açabilen biri değilim. Kendine çizilmiş olanın üzerinden gidebilen bir ruhiyetteyim. Perperişan olmadığımı bilmekle birlikte kof bir keyfiyete talibim.             Birilerinin halimi anladığını da bilirim,bu yüzden kalbim bana ışık olanları perdelemez. İyinin ve doğrunun ne kadar yakınında durduğumu bilemem. Gayem bu hizaya yaklaşmaktan ibarettir.              İçimin bulanık sularını başkalarına ilhak etmem. Verebileceğimin en güzelini veremeyeceksem kimseye varlığımı gölge de etmem. Ne yara açarım ne tabip ararım. Kendi yaralarımı ise kendim sararak şifalanırım.                Günün aydınlığını gecenin karanlığına yeğ tutmam. Beni arayan ayışığı'nın izlencesinde bulabilsin isterim. Çünkü ışık kendini değil, etrafını daha aydınlık kılar bunu çok iyi bilirim.

İKİNDİ VAKTİ'M

           Nedendir bilinmez ikindi vakitlerini hep çok sevmişti. Kimseye ait değilmiş gibi duran bu zaman dilimini sanki kendisininmiş gibi hayali bir parselle sahipleniyordu. İnsanlar ya gündüze ya geceye aittir, diyordu, ona göre; aradaki vakitler diğerleri için ehemmiyetsizdi.         Uzun zamandır, kendini hiçbir mekana ait hissetmiyordu. Belki de bundan mütevellit; kimin kalbinin kimin yüreğine dergah olduğunu hep merak etmişti. Mekana dair bir aidiyet bile oluşturamadığından, bir başkasının gönlüne rahatlıkla konuşlanıverenlere hayret ederdi.         İnsan insanın yazgısıydı madem, insanı kaderine teyelleyen bu ip beni neden teğet geçti diye düşündü bir an. Lakin sandığı gibi yalnız değildi; nerede olursa olsun, kuşlar, ona ait olan kalp çarpıntısını kulağına fısıldıyorlardı.        Adam yalnız değildi. Gölgesini kendine emanet eden kadınla yürüyordu. Geçtiği her yerde bir iz bırakıp gördüğü her insandan bir ruh alarak yolda olmaya devam etti.

SEKEN 'TOP'

  Tabağın kırık kısmı elini kesti sofrayı kurarken. Yarabandı bulup bantladı, derin değildi sıyrığı. Oysa fazla dalgın sayılmazdı o gün. Özenli fakat gösterişsiz bir uyumla yapardı her işini. Kardeşinin gelmesine yarım saat ya kalmış ya kalmamıştı. Birden bir ses duydu, pencereden dışarı baktı. Gayri ihtiyari kulak verip anlamaya çalıştı ne olduğunu. Çocuklar vardı çünkü aşağıda. Duramadı, balkona gitti hızlıca. Bir mahallelinin erkek çocukları azarladığını gördü. Muhtemelen çocukların oynadıkları top arabaya çarpıp ses çıkarmıştı. Eh! Adam kızardı tabi! Gösterişli malları çocukların renkli dünyalarından çok daha önemliydi.       Bazı anılar, acının hayatımıza işlenmiş halidir ve benzer olaylar o anıları birden canlandırır. Bundan sebeptir ki; kalbi çarpıntı yapmaya başladı hemen.       Yıllar önce erkek kardeşinin oynadığı top, bir komşunun giriş katındaki camına çarpmış, kardeşi hızlıca arkadaşlarıyla başka tarafa kaçınca ihale ona kalmıştı. Cama çıkan yaşlı nevirsiz kadın hunharca b

ARDINDAKİ NAĞME

  Yine yineleniyor avucumda bir buruk türkü. Dilime dolanırken içimi boşaltıyor sızılı nağmeler. Ardından; insan, insanın arayışıdır, diyor birisi. Sesime uzaklardan bir yankı gibi çarpan haykırışla birdenbire lâl oluveriyorum.        Çerçeveletmek istiyorum beni bana getirirken, ona emanet eden tüm heceleri. Bağlandığı yerde kabuklaşan bir yara olmaktan kurtarıyor beni bu sesleniş.     Arayan arayışın neresinde durur diye düşünüyorum epeyce bir vakit. Aranan arayışa mı yoksa arayana mı meftun anlamaya çalışıyorum. Her kesişimin ortak nokta oluşturmadığını hayret etmeden gözlemliyorum. Gördüklerim göreceklerime perde olurken, gökyüzünün uğultusuna teslim ediyorum içimdeki tüm emanetleri. . .